JAPON BALIKÇISI
Denizde bir bulutun öldürdüğü
Japon balıkçısı genç bir adamdı.
Dostlarından dinledim bu türküyü
Pasifik'te sapsarı bir akşamdı.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lombarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
......................................
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
İnsanlar ey, neredesiniz?
Neredesiniz? (Nazım Hikmet )
Yukarıda bir kısmını seçtiğim şiir, ABD'nin Pasifik Okyanusu'nda sürdürdüğü nükleer bomba denemelerinin birinde nükleer yağış altında kalan Japon balıkçıları için yazılmıştır.
Gerek bilim adamları gerekse de sanatçıların, haklı olarak nükleer silahların kulanımını durdurmak için başvurulan duygusal radyasyon korkusu, daha sonra toplumun, radyasyonun insan sağlığı konusundaki bilgileri doğru algılamasını engelemiştir. Bu nedenle bu yazıda, Nükleer bomba testlerinin, Çernobil kazasının ve diğer kazaların insan sağlığı üzerindeki etkileri bilimsel veriler ışığında değerlendirilecektir.
Dünya genelinde, bir insanın doğal ve yapay kaynaklardan aldığı yıllık toplam radyasyon dozu yaklaşık 4.0 mSv olup, bunun % 30’u (1.2 mSv) sağlık nedeni ile tanısal radyoloji kaynaklıdır. Atmosferdeki nükleer bomba denemeleri ve Çernobil kazasının küresel boyutta katkısı ise sırayla 0.02 mSv ve 0.01 mSv olarak hesaplanmıştır1. Bu nedenle, olaya küresel açıdan bakıldığında hem nükleer bomba denemeleri, hem de Çernobil kazasından dolayı bir insanın maruz kaldığı radyasyon dozu, doğal ve sağlık tetkikleri nedeniyle alınan radyasyon dozlarının yanında ihmal edilebilecek kadar azdır. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de bugün gözlenen kanser vakalarındaki artışın nedeni, Çernobil kazası olmayıp, sağlık sisteminde erken teşhis olanaklarından daha fazla insanın faydalanılmasından kaynaklanmaktadır.
Atmosferdeki nükleer denemelerin sonu
1945'den beri devam etmekte olan nükleer denemelerin durdurulmasına, ABD’nin Pasifik okyanusunda, 1 Mart 1954 günü denediği BRAVO kod adlı Hidrojen bombası* yol açtı. Bombanın, beklenilenin çok üstünde bir verimle patlaması ve rüzgârın yönün aniden değişimi sonunda, Marshall adalarında yaşayan 400 kişi ve bomba merkezine yakın sularda avlanan Lucky Dragon adlı Japon gemisindeki balıkçılar, bilmeden yoğun bir radyoaktif yağışın etkisi altında kaldılar.
Nazım Hikmet’in ‘Japon Balıkçısı’ adlı şiirine konu olan bir bulutun öldürdüğü Japon balıkçısı, bu balıkçıdan biridir. Bravo’nun patlatıldığı sırada okyanusta seyreden 23 balıkçı, anlam veremedikleri bu toz ve kül bulutunun altında avlanmalarına devam ettiler (1). Karaya vardıklarında, aradan tam on dört gün geçmişti. Mide bulantıları, kusma ve derilerinde oluşan yaralar nedeni ile hastaneye başvurdular. Şikâyetlerinin nedeninin radyasyon olduğunun anlaşılması da bir süre aldı. Radyasyona maruz kalan 23 balıkçıdan bir tanesi, gerekli önlemler hemen alınamadığı için o yılın eylül ayında öldü. Bunlardan 17 tanesi halen yaşamaktadır. Bu olay, nükleer bomba denemelerinin durdurulması için kitlesel gösterilerin başlangıcı oldu, uluslararası gerginliklere yol açtı ve ancak dokuz yıl sonra, 1963 yılında Sovyetler Birliği, Amerika ve İngiltere atmosferdeki denemelerini durdurma anlaşmasını imzaladılar. Daha önce nükleer silah denemeleri yerleşim yerlerinden çok uzak alanlarda yapıldığından, insan sağlığına ani etkileri ilk yıllarda gözlenmedi. Nükleer denemeler sırasında önemli politikacılar, basın mensupları deneme alanlarında kurulan özel stadyumlarda patlamayı seyre davet edildiler. Bomba merkezi altında (Ground Zero) askeri tatbikatlar yapıldı. Küresel boyutta bakıldığında, atmosferdeki nükleer denemelerin neden olduğu yağış, bir insanın doğal nedenlerle aldığı radyasyon dozunun yanında ihmal edilecek kadar az olmasına rağmen, bloklar arası sürdürülen bu anlamsız güç gösterisinin sonlandırılması, kitlesel gösteriler ve bilim insanlarının, sanatçıların yoğun çabaları ile başarıya ulaştı.
Politikacıları ikna edebilmek için radyasyon korkusunun gereğinden fazla abartılması gerekiyordu. Radyasyon korkusunu işleyen şarkılar, şiirler yazıldı, bilim kurgu ve korku filmleri yapıldı. Buna bir de Hiroşima ve Nagazaki bombalarının bomba etkisi ile yanan, kavrulan kurbanlarının resimleri de eklenince, radyasyon korkusunun boyutları giderek hiçbir bilimsel yaklaşımı kabul etmeyen bir dogmaya dönüştü.
Bu yazıda, 1945–1983 yılları arasında atmosferde yapılan nükleer denemelerin yerel ve küresel etkileri sonunda insanların maruz kaldıkları radyasyon dozları, diğer kaynaklardan alınan radyasyon dozları ile karşılaştırılarak, bugün bilimin eriştiği düzeydeki bulgu ve bilgilerin ışığında insan sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendireceğim.
* Her ne kadar bu aygıtlara (cihazlara) halk arasında bomba denilse de, denemelerde kullanılan aygıtlar gerçek anlamda bomba olmayıp, nükleer bombanın sadece enerji üreten parçasıdır.
Radyasyonun insan sağlığına etkileri
Nükleer denemelerin ve Çernobil kazasının insan sağlığına etkilerinin boyutunu anlamak için, önce bir insanın doğal nedenlerle hangi kaynaklardan radyasyon aldığını, sonra da radyasyonun insan sağlığına etkileri konusundaki bilgilerimizin bilimsel temelini oluşturan radyo-epidemiyolojik çalışmaları anlamak gerekir.
Bir insanın doğal çevresinden aldığı radyasyon dozu, yaşadığı ortamın jeolojik yapısına ve deniz seviyesinden yükseltisine bağlı olarak oldukça geniş bir aralıkta değişim gösterir1. Kozmik ışınlardan ve gıda tüketiminden alınan radyasyon dozları da ilave edildiğinde bir insanın doğal çevresinden aldığı radyasyon dozunun dünya ortalaması, 2,5 mSv olup geniş bir aralıkta değişim gösterir. Buna bir de insanların sağlık nedeni ile yapılan tetkiklerde aldığı radyasyon dozu da ilave edildiğinde, bir insanın maruz kaldığı kalabileceği radyasyon doz ortalaması 4,0 mSv’e yaklaşır (Tablo 1,2, Şekil 1).
Sağlık hizmetlerinin herkese ulaştığı gelişmiş ülkelerde, sağlık tetkikleri nedeni ile alınan radyasyon dozları 1,3-1,5 mSv arasında olup son yıllarda Türkiye’de sağlık nedeni ile alınan dozlar Avrupa ülkelerinde alınan radyasyon doz değerlerine yaklaşmıştır (2).
Not: Yukarıda anlatılan bilgiler, iyonlaştırıcı radyasyonun insan sağlığına etkilerini incelemek amacıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Bilimsel Kurulunun (UNSCEAR - United Nations Scientific Committee on the Effects of Atomic Radiation), belirli aralıklarla güncelleştirdiği radyasyon kaynakları ve etkileri konusunda yapılan araştırma ve analizleri içeren kapsamlı raporlarında bulunabilir (2-4)].
Tablo 1, Doğal ve insan aktivitesinden sonucu yayılan radyasyondan, bir kişinin aldığı ortalama yıllık radyasyon dozları (UNSCEAR 2000 Annex D).
RADYASYONUN KAYNAĞI |
Yıllık Ortalama Doz ve Değişim Aralığı (mSv) |
Tıp (Tanı) | 1.3 0-10 |
Yer yüzeyi (Toprak üstü) | 0.4 0,2-200 |
Radon | 1.5 0.2-10 |
Besinler | 0.3 0.2-0.8 |
Kozmik ışınlar | 0,3 0.15 (deniz seviyesi) 4.0 (10 Km) |
Nükleer denemeler (küresel ) | 0.02 |
Nükleer endüstri | 0.01 |
Toplam (ortalama ) | ~4.0 mSv |
Tablo-2: Tanı nedeni ile bir defada alınan radyasyon dozları ve değişim aralığı (UNSCEAR 2000, Annex D)
Mamografi | 0.1 - 0.6 |
Bilgisayarlı tomografi | 2.0 - 20 |
Panoromik diş filmi | 0.07 - 0.1 |
Kalp anjiyografisi | 5.0 - 32 |
Tiroit sintigrafisi | 1.9 - 4.8 |
Kafatası tomografisi | 0.9 - 4 |
Baryum enema | 2 - 18 |
Girişimsel radyoloji | 5 - 70 |
b) Radyo-epidemiyoloji
Günümüzde kullanılan radyasyon risk katsayıları, Hiroşima ve Nagazaki bombalarından sağ kalan, oldukça yüksek radyasyon dozu alan yaklaşık 100.000 kişinin sağlık durumunun ömür boyu takibine dayanan radyo-epidemiyolojik çalışmaların sonucudur. (4-10). Nagazaki ve Hiroşima bombalarının atıldığı anda, bomba merkezi ile 1.0 km arasında bulunan insanların hiçbir yaşama şansı olmadı. Isı ve basıncın etkisi ile hayatını birkaç gün içinde kaybeden 200.000 kişi ile ilgili resim ve filmler insanın hayatı boyunca unutamayacağı, insanlığın yüz karası görüntülerdir. 1945 yılında bomba atıldığında, nükleer bombaların tahrip gücünün sadece ısı ve basınçdan kaynaklanacağı tahmin ediliyordu. Çevreye yayılan radyasyonun geç etkisi henüz bilinmiyordu.
Oysa bomba atıldığında merkezinden 1.0-4.0 km uzakta yaşayan, ısı ve basınçtan etkilenmeyen ancak radyasyona maruz kalan şehir halkında birkaç yıl sonra lösemi vakalarındaki artma gözlenmeğe başlandı. Doğal radyasyonun birkaç katı ile bin katı arasında radyasyon dozuna maruz kalan 86.611 kişi izlenmeye alındı. Radyasyona maruz kalan bu insanların almış oldukları radyasyon dozları ve onları takip eden üç kuşağın sağlık durumu ile ilgili veriler her iki yılda bir yenilenerek Yayınlanır. Bu veriler radyasyona maruz kalmamış bomba kurtulanları ile benzer ekonomik sosyal düzeyde olan bir kontrol grubu ile karşılaştırılır. Radyasyonun neden olduğu kanserli insan sayısındaki artma miktarından, her cins insan ve organ için kanser riski saptanır.
Hiroşima ve Nagazaki bombalarından sağ kalanları kapsayan çalışmaların 2004 yılında yayınlanan analiz sonuçlarına göre, takibe alınmış 86.611 kişiden 10.127sinin olduğu saptanmıştır. Bu veriler, radyasyona maruz kalmayan ama benzer ekonomik, sosyal ve yaş grubu içindeki grupla karşılaştırıldığında radyasyonun neden olduğu kanserli insan sayısının 479 olduğu saptanmıştır (7). Tablo 3 de görüldüğü gibi radyasyonun neden olduğu kanserli insan sayısındaki artma tüm başka nedenlerle kanser olanların sayısından % 5, lösemi vakalarındaki artma ise % 30 kadardır.
Radyasyon dozuna bağlı kanser vakalarındaki artışa bakıldığında, doğal radyasyonun birkaç katı ile 100 katı arasında radyasyon dozu alanlarda kanserli insan sayısında bir artma gözlenmemiştir. Bu durum lösemi vakaları için de geçerlidir (8-10).
Radyasyonun dışında bir insanın gerek çevre koşullarından gerekse de günlük tükettiği maddelerden aldığı pek çok kanserojen madde vardır. Ancak, kimyasal ve spektroskopik yöntemlerle radyoaktif olmayan maddelerin en düşük ölçülebilir miktarları radyoaktif maddelere göre çok yüksektir. Bu nedenle, diğer konsorejen maddeler için, kabul edilebilir olası kanser riski, radyasyon için kabul edilebilir riskin yaklaşık yüz katıdır. Yani, bilinen tüm diğer kanserojen maddeler içinde sadece radyasyonun ölçüm limitinin düşük olmasından dolayı, olası çok az miktarlardaki kanser vakalarını sayısal olarak saptamak mümkündür.
Tablo 3: Hiroşima- Nagazaki kurbanlarını kapsayan yaşam boyu izlemeye dayalı (1950- 2000) epidemiyolojik (nüfus) çalışmaların sonuçlarına göre radyasyonun neden olduğu kanser ve lösemi ölümlerinin, tüm diğer nedenlerle kanser ölümleri ile karşılaştırılması (Preston et al.2004).
1950-2000 yıllarına ait verileri olan çalışma kapsamına alınmış insan sayısı | 86.611 |
Radyasyon dışındaki nedenlerle gözlenen kanserli insan sayısı | 10.127 |
Radyasyon nedeni ile kanserden ölen insan sayısı | 479 |
Radyasyon dışındaki nedenlerle lösemiden ölenlerin sayısı | 296 |
Radyasyonun neden olduğu lösemiden ölen insan sayısı | 93 |
Hiroşima ve Nagazaki bombalarından kurtulanlarının hayat boyu izlenmesine dayalı verilerin dışında, radyasyonun insan sağlığına etkileri konusunda önemi bir veri tabanı da, radyasyon işçilerinin sağlık durumlarının ve aldıkları radyasyon dozlarının her ülkede kaydedilmesine dayanan bilgilerdir.
Bugün nükleer enerjinin yaygın biçimde kullanıldığı ülkelerde radyasyon işçisi olarak tanımlanan 5 milyon insan bulunmaktadır (Radyasyon işçilerinin maruz kalabileceği yıllık radyasyon doz sınırı da 1990 yılında beş yılın ortalaması 20 mSv olarak sınırlandırılmış olup, doğal kaynaklardan alınan radyasyonun dozunun yaklaşık on katıdır). Radyasyon işçilerinin yıllık sağlık kontrolleri ile beraber aldıkları radyasyon dozları, ulusal ve uluslar arası kurumlar tarafında analiz edilir ve belirli aralıklarla UNSCEAR raporlarında yayınlanır (2-4). Doğal radyasyonun 10 katına kadar radyasyon alan bu grup içinde şu ana kadar hiçbir ülkede herhangi bir kanser tipinde artma saptanmamıştır. Hatta radyasyona işçilerinin, genel halka göre daha sağlıklı oldukları gözlenmesine rağmen ‘çalışan insanın’ sağlıklı olduğu gerekçesi ile bu türlü veriler göz ardı edilmektedir.
Günümüzde, sağlık hizmetlerinin oldukça gelişmiş olduğu ülkelerde bir insanın radyasyon ışınlaması dışında kalan tüm nedenlerle kanserden ölme riski % 20–23, hayat boyu kanser teşhisi konulma riski ise % 40 tır. Her kanser vakası ölümcül olmadığı için, kanser olduğu sapatanan 4 kişiden iki veya üç kanserden ölmekte, diğerleri yaşamlarını sürdürmekte veya başka nedenlerle ölmektedir. Bu nedenle, en kapsamlı radyo-epidemiyolojik araştırmalarda bile, tüm vücut dozunun 250 mSv’in altında olduğu değerlerde kanser vakalarındaki artışı gözlemek mümkün değildir. Henüz 250 mSv in altındaki dozlarda gerek kanser gerekse de lösemi vakalarında artış olduğuna dair bilimsel bir kanıt olmadığı gibi düşük dozlarda radyasyonun faydalı etkileri olduğunu gösteren pek çok araştırma vardır. Buna rağmen, UNSCEAR raporlarında bile bu türlü gözlemler göz ardı edilmiştir (11-13).
Küresel yağışların kürsel boyutta insan sağlığına olası katkılarının boyutu
Atmosferik nükleer denemeler 1983 yılına kadar, genelde yoğun yerleşim alanlarına uzak alanlarda veya özel poligonlarda sürdürüldüğünden radyasyonun neden olduğu kanser sayısındaki artışı gözlemek olanaksızdır. Düşük dozlarda radyasyonun neden olduğu kanser vakalarındaki artış, yüksek dozlar için bilinen (Çok kısa sürede yüksek dozlara maruz kalan Hiroşima ve Nagazaki kurtulanlarının takib edilmesinden elde edilen katsayılar ) risk katsayıları kullanılarak sayısal olarak saptanabilir.
Dünya genelinde, bir insanın doğal ve yapay kaynaklardan aldığı yıllık toplam radyasyon dozu yukarda belirtildiği gibi yaklaşık 4.0 mSv olup, bunun % 30’u (1.2 mSv) sağlık nedeniyle sadece tanısal radyoloji kullanımından kaynaklanır. Atmosferdeki nükleer bomba denemeleri ve Çernobil kazasının küresel boyutta katkısı ise sırayla 0.02 ve 0.01 mSv olarak hesaplanmıştır [14-16]. Bu nedenle, olaya küresel açıdan bakıldığında hem nükleer bomba denemeleri, hem de Çernobil kazasından dolayı bir insanın maruz kaldığı radyasyon dozu, doğal ve sağlık tetkikleri nedeniyle alınan radyasyon dozlarının yanında ihmal edilebilecek kadar azdır. Bu durum Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’de bugün gözlenen kanser vakalarındaki artişin nedeni, Çernobil kazası olmayıp, sağlık sisteminin daha yaygınlaşıp erken teşhis olanaklarından çok daha fazla insanın faydalanmasından kaynaklanmaktadır (17).
Atmosferde nükleer denemeler
Trinity adı verilen ilk nükleer bomba, ABD’de, 1945 yılında Alamogadro’da (New Mexico) denendikten sonra Hiroşima ve Nagazaki kentleri üzerine atıldı. Daha sonra silah denemeleri Utah eyaletinde Nevada poligonunda yapıldı. Bir kaç yıl sonra da (1949) Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) Semipalatinsk poligonunda bu yarışa katıldı. Nükleer denemelerden kaynaklanan radyoaktif serpintilerin çok uzaklarda ölçülebilmesinin nedeni tek bir atomun parçalanmasından çıkan radyasyonu bile ölçme tekniğinin bulunmasındandır. Bu nedenle pek çok zehirli ve kanserojen maddeye konulan müsaade edilebilir sınırlar, ölçüm tekniklerinin sınırlı olmasından dolayı, radyasyon için kabul edilebilir risk sınırlarından en az 100 kat daha fazladır. Bu nedenle, 250 mSv’e kadar, yani doğal radyasyon dozunun 100 katına varan değerlerde bile radyasyonun neden olduğu kanser vakalarındaki olası artma miktarı, diğer “doğal” ve “bilinmeyen” nedenlerden kaynaklanan kanser vakalarının yerel kültürel, sosyal farklılıklardan kayanaklanan değişim aralığı içinde kaybolur. Son verilere göre, ortalama doğal radyasyonun 400 katı (1.0 Sv) radyasyona maruz kalınması halinde, ölümle sonuçlanan kanser riskinde artma olasılığı % 4.0 olduğu saptanmıştır (2).
1945 ile 1983 yılları arasında atmosferde 500’den çok nükleer deneme yapıldı (Şekil 2). Radyasyonun insan sağlığına etkileriyle ilgili çalışmalar ilk yıllarda, radyasyonun kalıtımsal etkilerinde yoğunlaşmıştı. Ancak Hiroşima – Nagazaki’ye atılan bombalar nedeni ile ışınlananlar ve onları takip eden üç kuşağı kapsayan radyo-epidemiyolojik çalışmalarda bile radyasyonun kalıtımsal etkilerinin arttığına dair bir kanıt henüz bulunmamıştır. Ayrıca, radyasyonun insanlar üzerinde kalıtımsal etkileri olduğuna dair herhangi bir kanıt da yoktur. Radyasyonun, bitkilerde ve hayvanlarda çok yüksek dozlarda kalıtımsal değişikliklere neden olduğu gözlendiği için insanların da diğer canlılardan farklı olmayacağı düşünülerek, kuramsal bazı modellemelerle olası kalıtımsal etkileri sayısal olarak saptanabilmiştir. Örneğin, doğal radyasyonun bin katı mertebesinde radyasyon dozu alındığında, olası kalıtımsal bozukluklardaki artma miktarının % 0.04 olablileceği sayısal olarak hesabedilmiştir (4). Oysa, bugün refah düzeyi oldukça yüksek ülkelerde bile, doğal nedenlerle gözlenen kalıtımsal bozuklukların oranı % 2'dir. Yani, her 100 çocuktan 2 tanesi kalıtımsal bozukluklarla doğmaktadır. Kalıtımsal bozuklukların radyasyon dışında pek çok başka nedeni vardır. Örneğin, Türkiye’de bu oran, yakın evlilikler, olumsuz çevre şartları ve sosyal ve ekonomik nedenlerden dolayı, gelişmiş ülkelerde gözlen oranın iki katıdır (% 4) (Genetik Hastalıklar, http://www.e-saglik.net/genetikhst.htm)
Tüm nükleer deneme ve kazaların insan sağlığındaki gözlenebilir etkileri sadece yerel boyutlarda kalmıştır. Hiroşima ve Nagazaki bombalarından kaynaklanan kayda değer miktarda radyasyon dozları (doğal radyasyonun bir kaç katı ) bomba merkezinden 4 km den öteye erişmemiştir.
Atmosferde yapılan tüm denemeler ve Çernobil kazası nedeniyle atmosfere dağılan, insan sağlığı açısından önemli olan, dört izotopun aktivitesi Tablo 4 de gösterilmiştir. Görüldüğü gibi, küresel boyutta atmosfere yayılan ve insan sağlığı açısından en önemli izotoplardan biri olan 137Cs’nin toplam aktivitesi 950x10 15 Bq olup, tüm dünyaya dağılan madde miktarı ise sadece 200 kg kadardır. Yani yeryüzünde bir metreküp toprakta bulunabilecek radyoaktif 137Cs atomlarının sayısı 10 tanedir. Ölçüm teknikleri o kadar gelişmiştir ki bu gün bu miktarı ölçmemiz mümkündür. Oysa bilinen zehirli ve kanserojen maddelerin ölçülüp saptanması için en az kg başında 1015 atom bulunması lazımdır.
Tablo 4 de görüldüğü gibi Çernobil kazasının çevreye yaydığı radyo-izotopların miktarı, nükleer bomba denemelerinin yanında önemsiz sayılacak kadar azdır. Ancak yöresel etkileri, atmosferde yapılan nükleer (aygıt) testlerin etkisinden farklı olup, pek çok radyo-epidemiyolojik araştırmaya konu olmuş ve de olmaya devam etmektedir. Bu nedenle bazı önemli nükleer denemelerin ve Çernobil kazasının insan sağlığına yerel etkileri aşağıda ayrıntılı olarak özetlenecektir.
Nükleer denemeler ve kazaların insan sağlığına yerel etkileri
Marshall adaları denemeleri
ABD, Marshall Adalar topluluğundaki Bikini adasında, 1946 yılından 1954 yılına kadar 65 deneme yaptı. Denemelere başlamadan evvel Bikini adasının 135 kişilik halkı başka adalara göç ettirilmişti (1).
1954 yılında fizyon ve füzyon tepkimelerinin bir arada kullanımına dayalı bir deneme sırasında rüzgar yönünün aniden yön değiştirmesi ve bomba verimliliğinin (17 Megaton TNT ye eşdeğer) beklenilenin çok üstünde olması, çevredeki üç adada yaşayan 400 kişinin ve 23 Japon balıkçının çok yüksek dozlara maruz kalmasına (2.0–6.0 Sv) neden oldu (Şekil 2).
Radyasyonun ani etkileri, özellikle Rongelap adalarında ve çevrede habersiz avlanan Japon balıkçılarında gözlendi. Rongelap ve üç yakın adada yaşayan halkın aldığı dış doz 0.1 ile 1.9 Sv arasındayken, tiroit bezlerinin aldığı dozun 1.0 ile 10.0 Sv arasında olduğu tahmin edilmektedir [16]. Adalarda yaşayan halkta tiroit kanserinde % 30 oranında artış gözlendi. Tiroit bezlerini etkileyen dozlardaki belirsizlik çok yüksek olduğundan, elde edilen bilgilerin, daha önce bilinen radyasyon risk katsayılarının yeniden değerlendirilmesi açısından bir katkısı olmadı. Ancak, ada halkını içine alan hayat boyu izleme çalışmaları sonucunda, 1990 yılında Rongelap ve Ailinginaea adalarında 86 kişiden yirmidokuzunda tiroit yumruları gözlenmiş olup (yani % 34) bunlardan altısının da tiroit kanseri olduğu belirlendi. Troid kanserinin tedavi şansının %95 olması da bir diğer bilimsel gerçektir. Benzer şekilde Utrik adasında yaşayan 167 kişiden yirmialtısında tiroit yumrusu (nodül) gözlendi (%16). 1954’te adalarda yaşayan bir yaş altındaki 10 çocuktan sadece birinde, 19 yaşına geldiğinde kan kanseri görülmüştür.
Radyasyonun ani etkilerinin gözlendiği Rongelap, Ailinginaea ve Utrik adaları halkında daha sonra yapılan hayat boyu izleme çalışmaları, radyasyon dozu ile riski arasındaki ilişkiyi anlamak açısından yeni bir katkısı olmasa da, radyasyonun doğrudan etkileriyle ilgili önemli veri ve kanıtların toplanmasıyla, atmosferde yapılan nükleer denemeleri durdurabilmek için önemli adımlar atılabilmesine neden olmuştur.
Denemelerden en çok etkilenen üç ada ve çevredeki diğer adaları da içine alan ”yaşam boyu” izleme çalışmalarından, bu üç adanın dışında radyasyona bağlanabilecek kanser olayı saptanmamıştır.
Nevada test alanı denemeleri
1951-1962 yılları arasında, ABD’nin batısında Las Vegas’ın 100 km kuzeyinde 3.500 km2 büyüklüğündeki bir alanı kapsayan Nevada’da 65 atmosferik nükleer deneme yapıldı. Bunların küresel ölçekte insan sağlığına etkisi az olsa da [14-16] denemelerin yapıldığı test alanı etrafında yaşayan 250.000 kişiyi kapsamına alan radyo-epidemiyolojik araştırmalar sonucunda, deneme alanı çevresindeki halkın aldığı tiroit bezi dozu ortalamasının 0.12 Gy ile 1.4 Gy arasında olduğu ve tiroit bezi kanserlerinde artma olduğu saptandı. Ancak lösemi olaylarında radyasyona bağlı bir artma gözlenmedi (Şekil 3) .
1993 de Amerikan Ulusal Kanser araştırma merkezi’nin Nevada nükleer denemeleri sonucu çevre halkının almış olduğu dozların saptanabilmesi için çok kapsamlı yazılımlar geliştirildi. (http:// ntsi.131.nci.nih.gov/). 1951 den sonra doğan her kişi için bu programlar yardımıyla, o kişinin verileri kullanılarak aldığı doz hesaplanabilmektedir. Bu konuda çok olumlu bir gelişme TAEK ’in, Türkiye’de çay tüketimine bağlı olarak bir kişinin almış olduğu radyasyon dozunu hesaplayabilmesidir (http://www.taek.gov.tr/).
Semipalatinsk test alanı denemeleri
1949-1962 yılları arasında, SSCB, Semipalatinsk’de bugünki Rusya ile Kazakistan sınırları arasında kalan yaklaşık 18.000 km2’lik alanda, atmosferde 88, yer üstünde 30 nükleer deneme yaptı. Çevre halkının en fazla etkilendiği denemeler de 1949, 1951 ve 1953 yılları arasında yapılanlar oldu (Şekil 4). Deneme alanına yakın yerleşim yerlerinde (250 km) çevre halkının aldığı radyasyon dozu konusunda çok farklı değerler verilmekteydi. Deneme alanı çevresindeki nüfus yoğunluğunun çok az olması nedeniyle yıllardır sürdürülen, radyo-epidemiyolojik çalışmalardan anlamlı bir sonuç elde edilemedi. Nükleer denemeler sonucu atmosfere yayılan serpintilerin etkili olduğu yerleşim bölgelerinde yaşayan 8.000 kişiyi kapsayan ve uluslararası araştırma merkezlerince yapılan geriye dönük doz çalışmaları sonunda, yağışlardan en fazla etkilenen 19 yerleşim yerinde 50 yıl boyunca alınan toplam radyasyon dozunun 0.05 ile 0.5 Sv arasında olduğu saptandı [18-20]. Gerek etkilenen insan sayısı gerek ortalama dozların çok düşük olması nedeniyle, bu araştırmanın da bilinen radyasyon risk katsayılarının değişmesine yol açacak bir katkısı olmayacaktır.
Çernobil Kazası
Dünyada hiç bir kaza bu kadar araştırmaya konu olmadı, ancak etkileri üzerinde tartışmaların da sonu gelmedi. Bunun nedeni, kazanın insan sağlığına olan etkilerinin büyüklüğünden değil, radyasyonun neden olduğu kanser riskinin, radyasyon dışındaki tüm diğer nedenlerden çok daha az olması ama daha iyi hesabedilebilmesindendir. Daha önce belirtiğim gibi sağlık hizmetlerinin gelişmiş ve yaygın olduğu ülkelerde bir insanın yaşamı sürecinde kanser tanısı konma olasılığı %40'tır yani her 10 kişiden 4 kişiye kanser tanısı konulmuştur. Ama her kanser ölümle sonuçlanmadığından, kansere yakalanların % 50'si hayatına devam etmektedir.
Çernobil kazasının insan sağlığına etkilerini incelemek için dünyanın en üst düzey radyasyon uzmanları 20 yıl boyunca çok kapsamlı araştırmalar yürüttüler ve araştırmalarının sonuçları 2006 yılında UNSCEAR raporlarında özetlenerek yayınlandı [25]. TAEK de bu konuda çok ciddi çalışmalar yaparak Çernobil Serisi başlıklı 7 kitaptan meydana gelen bir döküman ortaya koydu [21].
Sonuç olarak özetlenirse: Kazadan hemen sonra toplam 237 nükleer reaktör çalışanı hastanelik oldu. Bunlardan 134 kişide ani radyasyon hastalığı belirtisi gözlendi. 28 kişi hemen, 14 kişi ise 3 ay sonra öldü. 2006 yılında toplam 51 kişinin kazadan doğrudan etkilenerek yaşamlarını yitirdiği saptandı. Yaklaşık 700.000 kişi (yaşları 20–45) kurtarma ve temizleme işlerinde çalıştı. Bunlardan 1986–87 yıllarında çalışan 200.000 kişinin almış olduğu ortalama dozun 250 mSv olduğu saptandı. İncelemeye alınan 800.000 kişide 4.000 tiroit kanseri tespit edildi, bunun yarısından azının radyasyon kaynaklı (1.800 kişi) olduğu sonucuna varıldı. Kanser hastalarının çoğu iyileştirildi. 2005 yılına kadar toplam 9 kişinin tiroit kanserinden öldüğü belirlendi. Troit kanserinin güncel teknoloji ile teşhis kolaylığı ve tedaviye kolay cevap vermeside ayrı bir gerçektir. Çernobil kazasından dolayı kan kanseri (Lösemi) ve başka cins kanser olaylarının artamsıyala ilgili henüz hiçbir bilimsel kanıt yoktur (22-28).
Çernobil'in olası uzun süreli etkileri ile ilgili olarak yapılan kuramsal kestirimlerde, reaktör çevresinde değişik düzeyde radyasyona maruz kalan 700.000 kişiden radyasyon nedeniyle kanserden öleceklerin sayısı tüm başka nedenlerle kanser olacakların sayısının sadece % 3'ünden az olacağı öngörülmektedir. Bu nedenle, Çernobil kazasının neden olduğu kanser vakalarındaki artmayı radyo-epidemiyolojik çalışmalarla belirlemek olanaksızdır.
Uluslararası Radyasyondan Korunma Kurulu 1990 yılında sivil halkın normal zamanlarda yapay nedenlerle etkilenebileceği radyasyon doz üst sınırını 5.0 mSv den 1.0 mSv e düşürmesi sonucunda Çernobil reaktörü çevresinde 30 km den uzak kalan pek çok yerleşim yeri de boşaltılmak zorunda kalındı. Şu anda yerleşimine izin verilmiş olan bölgelerde yaşayanlar yılda 1 mSv'den daha fazla doz almamaktadır. (Anımsatma: 2.5 mSv, dünyada bir insanın doğal çevresinden aldığı radyasyon doz ortalamasıdır (Tablo 1).
Çernobil kazasından etkilen yerleşim alanlarında yaşayanlarının almış oldukları dozların saptanması ve buna paralel olarak sürdürülen radyo-epidemiyolojik araştırmalar, düşük dozlarda radyasyonun uzun süreli etkilerinin anlaşılması açısından çok önemli bir veri tabanı oluşturacağı beklenmektedir (24-25). 25 yıldır sürdürülen çalışmalara rağmen, bilinen risk katsayılarında yani kısa sürede alınan yüksek radyasyon dozlarının esas alındığı Hiroşima ve Nagazaki kurtulanlarına dayalı yapılan radyo epidemiyolojik çalışmalardan elde edilmiş olan radyasyon risk katsayılarından farklı bir değer henüz elde edilememiştir.
Çernobil reaktöründen 2,5 km uzaklıkta bulunan Pripjat kentinde yaşayan 50.000 kişi, kent 48 saat içinde boşaltıldığı ve gerekli önlemler hemen alındığı için tiroit kanserinde bir artma gözlenmemiştir. Tiroit kanserindeki artma, kazadan sonra yörenin sütüyle beslenen ve zamanında önlem alınamayan, reaktörden 30 km’den daha uzakta bulunan yerleşim yerlerinde, önlemlerin alınmasından sonra da kendi yetiştirdikleri ineklerin sütüyle beslenen yetişkin ve özellikle çocuklarda gözlendi. Yapılan ölçüm ve modelleme çalışmaları sonunda reaktörde 30 ile 350 km arasında kalan alan içinde yapılan çalışmalarda serpintiden etkilenen bölgelerde 20 yıllık birikmiş dozun 10 mGy ile 200 mGy arasında değiştiği saptandı.
Ural’lardaki Mayak-Plütonyum üretim tesislerindeki kaza ve sızıntılar
Sovyetlerin 1946 da Ural dağlarının güneyinde kurmuş oldukları Plütonyum üretim tesislerinde 1949 -1951 yılları arasında, radyoaktif atıkların Techa nehrine sızdığı 1956'de ortaya çıkınca, kıyıda 50km boyunca uzanan yerleşim yerleri boşaltıldı. Irmaktaki radyoaktif kirlenme çeşitli barajlarla kontrol altına alınmaya çalışıldı ise de yaklaşık 30.000 kişiyi etkilen bu kirlenmenin insan sağlığı açısından önemli etkisi olduğu sanılmaktadır [17, 18]. Bu konudaki çalışmalar bugün de sürmekte olup, özellikle düşük radyasyon dozu ile uzun süre yaşamanın etkilerinin anlaşılması açısından buralardaki halk kitlesiyle ilgili bu bilimsel çalışmalar önemli bir veri tabanı oluşturmaktadır.
RADYOFOBYA
1980 yıllarının başına kadar satın aldığımız maden sularının etiketlerinde suyun aktivitesi pikocurie birimi cinsinden yazılı olurdu. Hatta, radyoaktivite miktarı suyun ne kadar şifalı oluğunun bir ölçüsüydü. Radyasyon korkusunun giderek kışkırtıldığı günümüzde sular birden bire radyoaktiviteden arınmış oldu.
Hiroşima- Nagazaki bombalarından sonra başlatılan atmosferdeki nükleer bomba denemeleri ve nükleer tehditler ile sürdürülen, soğuk savaş güç gösterileri, radyasyon korkusunun boyutlarını gereğinden fazla abartıldı. Her ne kadar üşük dozlarda radyasyonun faydalı etkilerinin olduğunu gösteren kesin araştırmalar mevcut ise de (11-13) radyasyon korkusundan faydalanan pek çok kurum mevcut. Bunun en yakın örneğini 1989 yılında uluslararası bir ekip ile beraber iki ünitesi halen çalışan Çernobil güç santralı çevresinde, geriye dönük doz çalışmaları yapmak için gittiğimizde tanık oldum.
Önce bizi, nükleer güç santralinin 30 km uzağında, santral ve çevresinde çalışanların (O sırada 4.000 kişi çalışmaktaydı) yaşadığı, Zelonymiss adlı yerleşim yerinde misafir ettiler. O gece hemen musluktaki suyun radyasyonunu ölçtüm. Suyun aktivitesi Almanya’da her gün içtiğim musluk suyundan farklı değildi. Ertesi sabah, Çernobil kazasından etkilenen yerleşim yerlerindeki çalışmalarımıza başlamadan önce uluslararası kuruluşlardan yardım ve maddi destek almak amacı ile kurulmuş olan ve radyasyon konusunda hiçbir eğitim almamış, halkla ilişkiler bölümünün temsilcileri, bize ve basın mensuplarına Çernobil felaketini ve kurtarma işçilerinin çalışmalarını, göçe zorlanan halkın perişanlığını anlatan, duygu sömürüsü ağırlıklı tanıtıcı filmler gösterdiler. Bu arada radyoaktif kirlenmenin çok fazla olduğunu, musluk sularının bile içilmez derecede radyoaktif olduğunu anlattılar. Oysa masada duran maden sularındaki doğal radyoaktivitenin Zylonomis musluklarından akan sudan on kat daha fazla olduğunu gösterdiğimde, halkla ilişiler uzmanı hanımın tavsiyesi, Çernobil kazasına rağmen suların temizliği değil maden sularının da içilmemesi gerektiği oldu!
Sonuç olarak, olaya küresel açıdan bakıldığında, gerek nükleer bomba denemeleri gerek Çernobil kazasından dolayı bir insanın maruz kaldığı ortalama radyasyon dozu, doğal ve özellikle de sağlık tetkikleri nedeniyle aldığı radyasyon dozunun yanında ihmal edilebilecek kadar azdır. Örneğin, bu gün Türkiyede yaşayan ortalama bir insanın bir kez bilgisayarlı tomografik incelenmede aldığı radyasyon dozu, yıllık doğal radyasonun 10 katı, küresel yağış ve Çernobil kazalarından aldığı dozun ise, yüz katıdır. Ancak, yıllardır sürdürülen ve toplanan bilimsel sonuçlara rağmen radyasyonun en büyük tehlike olduğu saplantısı aşılamamıştır. Çernobil kazası her ne kadar çağımızın en büyük nükleer kazası ise de bir radyasyon felaketi değil, sosyal, psikolojik ve ekonomik bir felakettir.
SONUÇ VE ÖZET
Radyasyon sanıldığı kadar etkin bir kansorejen değildir. İyonlaştırıcı radyasyon ile olası kanser riski arasındaki bağlantı, kanser yapan (kanserojen) pek çok başka maddenin etkilerinden çok daha iyi bilinmektedir. Radyasyonun düşük dozlardaki etkisi ile kanser riski arasındaki ilişki konusunda bilgilerimizin temelini, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombalardan hayatta kalanlarını kapsayan, 50 yıldır süregelen epidemiyolojik çalışmalar ve her yıl meslekleri nedeni ile doğal radyasyonun 10 katına kadar doz almalarına müsaade edilen 5 milyon radyasyon çalışanıyla ilgili verilerden oluşur.
Nükleer denemeler sonrası, özellikle Marshall adalarında sürdürülen çalışmaların, radyasyonun ani etkileri gözlenmiş olsa da radyasyon doz değerlerinin yeterli duyarlılıkta bilinememesi nedeni ile radyasyon risk katsayılarının saptanması açısından bir katkısı olmamıştır.
Nevada deneme alanının yakın çevresinde sürdürülen çalışmalar sonucunda çok az da olsa tiroit kanserinde artma olması beklenmektedir. Ancak, radyasyon dışındaki nedenlerle kanser riskinin yüksek olması nedeniyle, küresel radyoaktif serpintilerden kaynaklanması tahmin edilen % 0.02 mertebesindeki artma sadece sayısal olarak hesabedilebilir. Radyoepidemiyolojik çalışmalarla gözlenmesi mümkün değildir.
Semipalatinsk deneme alanı çevresindeki yerleşim alanlarında yıllardır sürdürülen uluslararası bilimsel çalışmalardan, nüfus yoğunluğunun çok düşük olması nedeni ile önemli bir bilgi elde edilemedi. SSCB’nin 1949 yılında Semipalatinsk poligonunda denediği termonükleer bombanın yağışları etkisinde en fazla kalan yerleşim yerinde bile bir insanın 50 yıl bounca aldığı radyasyon dozunun 500 mGy in üstüne çıkmadığı saptandı [10].
Sovyetlerin 1946 yılında başlattıkları plütonyum üretme çabaları sonucunda, geniş alanların etkilendiği, Güney Ural Dağları ve Techa nehri boyunca yaşayan halkın sağlığı ile ilgili çalışmalar son yıllarda yeniden hız kazandı. 2005 yılında ABD, AB ve Rusya’nın da içinde bulunduğu çok kapsamlı bir radyo-epidemiyoloji projesi başlatıldı. Özellikle Techa nehri kıyı boyunda yaşamış olan toplulukla ilgili radyoepidemiyolojik araştırmaların, radyasyonun, uzun süreli ve düşük dozlardaki etkisini anlamak açısından çok önemli bir veri tabanı oluşturacağı sanılmaktadır (Bu gruba ait dünyanın hiçbir yerinde olmayan ayrıntılı sağlık kayıtları bulunmaktadır).
Bu nedenle, radyoaktif yağışlar küresel olarak ele alındığında gerek nükleer bomba denemeleri, gerek Çernobil kazası sonucu bir insanın aldığı radyasyon dozu, doğal ve sağlık tetkikleri nedeniyle alınan radyasyon dozunun yanında ihmal edilecek kadar azdır. [4]
Çizelge 4 Atmosferdeki nükleer denemeler ve nükleer kazaların atmosfere saçtığı dört önemli izotop ve aktiviteleri.
137Cs 1015Bq |
131I 1015 Bq |
90Sr 1015Bq |
239+240Pu 1015Bq |
|
Atmosferdeki tüm nükleer denemeler | 950 | 675.000 | 620 | < 10 |
Semipalatinsk deneme alanı (100 deneme) | 6.6 | 4.500 | 3.5 | < 0.5 |
Çernobil kazası | 85 | 1.760 | 1 | < 0.1 |
Techa Nehri | 10 4.6 (1993) |
90 | 10 4.3 (1993) |
< 1 |
Hanford kazası | - | 27 | - | - |
Windscale kazası | < 0.02 | 0.74 | - | - |
Kaynaklar
Aktivite Birimi: Becquerel (Bq) saniyede parçalanan atom sayısıdır.
Radyasyon doz birimi: Gray (Gy)- Birim kütlede soğrulan enerji (joule/kg)
Etkin doz birimi: Sievert (Sv), boyutu joule/kg olup direk ölçülebilir bir fiziksel büyüklük değildir. Radyoaktif etkileşmede yayılan nötronların, alfa, beta, gamma gibi iyonize edebilen radyasyonun biyolojik etkilerine ve her organın radyasyona duyarlığına bağlı olarak radyasyonun hasar riski hesaplanmasında kullanılan bir kavramdır.
NükTe
Duyurular
BİZE ULAŞIN
İRİTBATA GEÇİN
İnternet sitemizdeki deneyimlerinizi arttırabilmek ve kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilmek için çerezler kullanıyoruz. Daha detaylı bilgi :
gizlilik bildirimi , çerez politikası
Kabul ediyorum Kabul etmiyorum
NES-Dünya Nisan 2024 |
RES-Türkiye Ocak 2024 |
GES-Türkiye Ocak 2023 |
JES-Türkiye Ocak 2023 |
İşletmede 438 Ad | İşletmede 11101 MWe | İşletmede 11829 MWe | İşletmede 1691 MWe |
İnşa halinde 61 ad. | İnşa halinde 803 MWe | ||
Planlanan 108 | Lisans alan 109 MWe | ||
Projelenen 336 | Türbin sayı 4050 Ad. | ||
LINK | Santral sayı 274 Ad. | ||
"Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören hakiki âlimler çıkabilir."
G.M. KEMAL ATATÜRK
"...... altı devlet dünyanın dörtte üçü oluyor. Ve bunların içinde nükleeri olmayan tek enayi biziz. *Çünkü biz diyoruz ki çok zararlı nükleer.* Öyle diyor bizim aydınlarımız. Aman ne kadar zararlı bunların hepsi enayi ve bunların hepsi nükleer. ....."
(Attilâ İlhan, İntibah Başladı s:15)
"Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir. Türkiye'de aydın geçinenler "Doğuya" doğru seyreden bir geminin güvertesinde "batı" yönünde koşturarak "batılılaştıklarını" sanırlar. Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur..."
Sakallı Celal (Celal Yalnız) s:174)