Bilgi kirliliği ve İlmî Terör
16 Mayıs 2006
Evrende meydana gelen olaylar hakkında gözlemler, deneyler ve akıl yürütme sonucu olarak elde edilip biriken bilgilerden hareketle kişiden kişiye değişmeyen (yâni objektif) metotlar (yöntemler) aracılığı ile “yeni ve objektif bilgi üretimine” ilim adı verilmektedir. Fizik, matematik, hukuk, ekonomi, biyoloji gibi...
Latince kökenli pozitif kelimesi de “kesin, değişime uğramaz” anlamında İlim kelimesi ile birlikte yani “pozitif ilim” olarak kullanılmaktadır.
Üzerinde her ne şekilde olursa olsun “İlim adına bile” olsa sansasyonel yayın yapılmaması gereken, insanların panik ve vesvese yapmasına neden olabilecek 3 ana konu başlıkları şunlardır; a. Deprem b. Sağlık c. Radyasyon. Bu konularda yapılacak her açıklama ve haberde çok dikkatli olunmalı; toplumu gerecek, uykusuz bırakacak, rahatını bozacak, ruh sağlığını zedeleyecek, panik yaratacak kelime ve cümlelerden arındırılmış olmalıdır. Ülkemizde maalesef bunları kullanarak, medyatik ve meşhur olma uğruna ilim ahlakına uymayan bu tip davranışları sergileyen çok az sayıda kişi olmasına rağmen, etkileri büyük olmuş, medyanın sırf reyting uğruna bu insanlara oldukça fazla zaman tanımaları neticesi saydığımız konularda ciddi bir “bilgi kirliliği” ortaya çıkmıştır. Zamanla bu kişiler medyada tanınmış, halkın kafasının karışmasına ve bazı inançlarının yıkılıp güven duygularının azalmasına sebep olmuşlardır. Konu zamanla derinleşmiş ve hastalık (ilmi terör) öyle ilerlemiş, toplumu öyle sarmış ki; bilimsel açıklamalar adeta gündem dışına itilmiştir. Sayıları 50 civarındaki bu zatlar ve 100 civarında etkili oldukları dernek ve STK'lar ile adeta kontrol edilemez güç durumuna gelmişlerdir. Görüldüğü gibi sayıları az ancak etkileri çok fazladır. Bu yayınlar halk üzerinde önce “Devlet her zaman yalan söyler” söylemini işlemiş, sonrada önemli kurumların inandırıcılıkları tartışılır hale getirmişlerdir. Aynı şekilde bu kurumlarda çalışan insanlarda da “bu topluma güvenilemez” imajı oluşmasına sebep olmuşlardır. Kısaca anılan konularda “devletine güvenmeyen halk ve halkına güvenmeyen devlet” durumu ortaya çıkmıştır. Elbette böyle durumları çok seven batılı odaklar ise bu sayede Türk toplumunu bazı konularda uzaktan kumanda gibi tetikler olmuşlardır. Şu sıralar yaşadığımız Altın ve Nükleer enerjideki benzer sıkıntılar kısaca bundandır. Ve de ne başarılı olduklarını belgeleyen iki güzel örnektir. Bildiğimiz gibi batılı dostlar bir ülkede “olmasını istemedikleri durumları yine o ülke halkının kendisine yaptırma sanatını en iyi uygulayan devletler durumundadırlar”. Bu durumun sosyolojik ve askeri tanımı “psikolojik harekattır” (PH). Bu konuda en başarılı iki ülke ABD ve İngiltere’dir. Burada savaşların yerini toplumsal olaylar, orduların yerini bazı STK lar, askerlerin yerini hipnoza uğramış batı hayranları, silahların yerini de bazı medya ve yazarlar almıştır. Savaş alanı ise artık tüm ülke alanı olup her eve yayın yolu ile girebilmektedirler. Neticede bilimsel bir veriyi anlatma alanınız çok daralmış, bazı tv kuruluşları “şöyle bir açıklama yapar mısınız gibi” soruları dahi sorar olmuşlardır. İsimlerinin başında Prof, Dr, mühendis gibi takılar olan insanlar sırf aykırı açıklama olsun diye TV leri işgal etmişler, bilim erbabı kişilerin alanı daralmıştır. Hatta kendilerine danışılmadan karşılarına çıkan insanların inanılmaz hakaretlerine maruz kaldıkları için bu alandan uzaklaşmışlardır. Benzer nedenle bazı Ünv. Bölüm başkanları veya kurum başkanları TV'leri boykot etmişlerdir. Değerli bilim adamlarımıza adeta “horoz düğüşü” olacak canlı programlar teklif edilmiş, reddedilince de bir çok kanal “karşıtlar” tarafından doldurulmuştur. 12 Eylül öncesi sokak terörü, bilimsel alana sıçramış, bu da akıllı insanların ve üniversitelerin bu konuda yeniden yapılanması gereğini gündeme getirmiştir. Çünkü “bilim karşıtı gösteri heveslisi” bu insanların çoğunun üniversitelerde yuvalandıkları da acı bir gerçektir. Şimdi bu konunun çözümü için görev Rektörlere düşmektedir.
Deprem: Halkın bu konuda ne denli hassas olduğunu sadece son örnekle açıklayalım. Mart 2006 ayında Fırat Üniversitesinden bir Prof. 7 şiddetindeki bir depremin yerini ve zamanını vererek insanları günlerce evleri dışında yatmalarına daha da önemlisi ruh sağlıklarının bozulmasına neden olmuştur. Hiçbir ilmî gerçeğe dayanmayan bu durum medyada yine büyük reyting almış, kişi ilmi ile değil “asparagas” haberle meşhur olmuştur. Üniversitesi o şahsa ne gibi bir yaptırım uygulamıştır bilinmez? Bu duruma Kandilli Rasathanesi müdürü Prof. Gülay Barbarosoğlu da isyan etmiş ve basına “deprem tahmini tam zırvalık” açıklamasını yapmasına neden olmuştur. Ancak bu açıklaması bile basında; ana haberin 1/3 oranında yer almasını engelleyememiştir.
Deprem konusunda lütfen insanımızla oynamayınız diyoruz. Bunları yapanların ne denli art niyetli olduğunu bilmemize rağmen bu saldırganlığın bir suçu olmaması ise temel sorundur. Ayrıca başka insanları da böyle durumlara teşvik etmektedir. Çünkü ceza yoktur. Meşhur olmak vardır.
Sağlık: Son Kuş Gribi olayında medyamız, ilk defa art niyetli bu tip insanlara, adeta sözleşmiş gibi geçit vermemiştir. İşte akıllı davranış ancak böyle olabilmektedir. İngilizlerin terör resimlerinin medyaya yansımaması konusundaki başarılarını hatırlayalım. Kuş gribi olayının yönetimi ülkemizdeki bilimsel insanlar için bir moral kaynağı olmuş ve medya bu konuda art niyetlilere geçit vermeyerek ülkemizdeki bu bilgi kirliliğe dur diyebilmiştir. Yani ülkemizdeki ilk PH denemesi başarı ile neticelenmiş, duruma devletimiz ve halkımız hakim olmuştur. Ancak yurt dışında bazı ülkeler bu durumu Turizm sektörümüz aleyhine kullanmak istemişler ise de, içerideki akıllı tutum bunu engellemiştir. Keşke aynı davranış Radyasyonlu çay olayında da gerçekleşmiş olsaydı. Bu konuyu da diğer başlıkta inceleyelim.
Radyasyon: 1986 Çernobil kazası ile gündeme oturan bu kelime ise karşıtların başarılı çalışmaları neticesinde halkın “öcüsü” hâline gelmiş ve yeni bir paranoya ortaya çıkmıştır. Kaza ile tetiklenen ve meşhur olmayı bekleyenler hemen bu konuya sarılmışlar ve yıllarca sürecek inanılması ve telafisi güç durumlar ortaya çıkmıştır. Çayda radyasyonun olmadığına veya insan sağlığı için hiçbir risk bulunmadığına ikna etmek gibi bir hakkı devletin kurumları sağlayamamış, bilimsel terörün şiddetinden, konunun uzmanları bile “siperlere girdik” şeklinde tepkilerini sunmuşlardır. Adeta “Negatif ilim” (esnetilebilir, değiştirilebilir) öncüleri gibi davranan bu zihniyet zamanın Bakanını ve TAEK başkanını bile siyasi ve medya tik linçe tâbi tutmuşlardır. Bu STK ların vaazları ile “çayda Radyasyon yok demenin günah olacağı” yönünde inançlar pekiştirilmiştir. Bu sayede İngiliz çay firması Türkiye'ye yerleşmiş. Daha önemlisi ülkemizin çay pazarında, Avrupa dan çekilmesi ile sonuçlanmıştır. Ancak ilk defa bu yanlışlığı fark eden bir yayıncı olan Uğur Dündar Televizyonda bakandan ve yayından dolayı özür dilemiştir. Çayla yan yana olan Fındık’la ilgili tek bir ses çıkmamasının manası bile topluma anlatılamamıştır. Bilimsel olarak gerçek ise şöyledir: Türkiye’de risk olabilecek tüm çaylar (58.075 ton) toplatılmış ve gömülerek imha edilmiştir. Türk halkı da herhangi bir zarar görmemiştir. Hatta belgesel olarak Çernobil in 20. yılında bu durum TAEK tarafından 7 kitap hâlinde Türk halkına sunulmuştur. En riskli bölge olan Rize- Pazar ve Fındıklı'da “bir kişinin yaşam boyu alacağı doz bir akciğer tomografisinin yarısı olarak” kesinleşmiştir. Ancak gazetecilerin o tarihte “Çayda radyasyon varsa haberdir”, yokluğu ise haber değildir! çelişkisi ise bu gün bile aşılamamış, konu medyada yeterli desteği yine bulamamıştır. Bazı STK lar işi daha da ileri götürerek kara denizdeki tüm kanser olaylarını “Radyasyonlu çaya” yada Çernobil’e bağlayarak masum ve bilinçsiz halkın duyguları ile gaddarca oynamışlardır. Bir çok sanatçı bile bu tuzağa düşmüş, aldatılmıştır. Benzer durum Ukrayna da olmuş, 20 yılda Radyasyondan 59 kişi ölünce insanlar bu gerçeği kabullenmekte zorlanmışlardır. UAEK 20. Yıl Çernobil açıklamasında ki en önemli mesaj; toplumdaki “ruhsal çöküntünün” kaza zararlarından çok daha fazla paya sahip olduğu gerçeğidir. Aslında ülkemizdeki ana gerçek olan “Kimyasal Kirlilik” çok ustaca radyasyon kelimesi ile perdelenmiştir. İşte Tuzla, İşte İskenderun, işte kahverengi akan dereler!
Pozitif ilmin kesin değişemez kriteri yerine karşıtların oluşturduğu ”esnetilebilir ve değiştirilebilir ilim” tarifi piyasada tutulur olmuştur. NS ile ilgi bilimsel değerler bilerek tahrif edilmiş yerine göre on veya yüz katı abartı sayılar kullanılması yoluna gidilmiştir. Üniversiteler içinde yuvalanan arkadaşlarından aldıkları destek ile halkın konudan uzaklaşması için kariyerlerini bile kullanmaktan çekinmemişlerdir. Bu sayede, kime inanacağını şaşıran ve zihni bulanan halkın bir kısmı STK’ların üyesi haline gelmiş diğer kısmı da sesiz kalmayı yeğlemiştir.. Öncelikle 1965 yılından beri “Nükleer Ambargo” altında bulunan ülkemiz halkı, bu sayede, konudan iyice uzaklaştırılması amacı ile tamamen art niyetli olarak kullanılmıştır. Bize NS vermek istemeyen batılı dostlar, yukarıdaki tanımlamada olduğu gibi halkı NS dan soğutarak bu konudaki istedikleri olan neticeyi yine Türk halkına yaptırmışlardır. Yani halk %85 NE karşıtı olmuş, hükümetlere de önemli bir engel teşkil etmiştir. Batılı dostlar böylece bu karşıt STK ları güzelce kullanmış, buradaki görevli taraftarlar da, ülkeleri için çok önemli bir iş yaptıkları zannına kapılarak “mutlu” olmuşlardır. İşte bu sayede 45 yıldır ülkemiz Nükleer Teknolojiye geçememiştir. Bu durum tarihimizde Matbaanın Osmanlıya gelişinin engellenmesini andırır bir tablo sergilemektedir. İran’la yaşanmakta olan gerginliğin altındaki gerçek nedenlerin başında NT transferinin engellenmesi yatmaktadır. Mevcut rejimin kabul edilebilir bir tarafı olmamakla beraber, ülke duruşunu taktir etmemek elde değildir..
İşte Atilla İlhan diyor ki: “...... altı devlet dünyanın dörtte üçü oluyor. Ve bunların içinde nükleeri olmayan tek enayi biziz. *Çünkü biz diyoruz ki çok zararlı nükleer.* Öyle diyor bizim aydınlarımız. Aman ne kadar zararlı bunların hepsi enayi ve bunların hepsi nükleer. ......” (İntibah Başladı sayfa:15).
Yine “Sakallı Celal” lakaplı Celal Yalnız’ın; - Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir. Türkiye de aydın geçinenler Doğuya doğru seyreden bir geminin güvertesinde “Batı” yönünde koşturarak “Batılılaştıklarını” sanırlar! ... bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.... (sayfa:174)
Hürriyet Gazetesi baş yazarı Ertuğrul Özkök gazetesindeki bir yazarının insanları ilmen şüpheye düşürecek NE yazısına isyan etmiş, ve 19.4.06 tarihli “Ülkenizi Küçümsemeyin” yazısı ile yukarıda anlatmaya çalıştığımız çarpıklığı gündeme getirmiştir. (Bak:Gazete yazarlarına) İşte Medya yazarları ve bilim adamlarımız şayet ortak tavır alırlarsa, bu durum kısa sürede düzelebilir ve “ilim terörünün” yerini “ilim güzellikleri” alabilir.
Adil Buyan
Fizik Yük.Mühendisi
Nükte Platformu
Koordinatör