“Radyasyonlu çayları halkımız içti” yalanının doğrusu nedir?
15 Haziran 2007
"Radyasyonlu çayları halkımız içti" yalanının doğrusu nedir?
Radyasyonu ticari arzularına ulaşmak için ahlak dışı kullanan bir yabancı çay firmasının senaryosundan kaynaklanan ticari bir oyundur. Bu güzel senaryo ile ÇAYKUR ihracatının çok azalması ve yurt içi piyasada da önemli bir pay kaybetmesi sağlanmıştır. Zaten Avrupa da tek çay üreticisi ülke Türkiye’dir. Avrupa’da ise 1 gr çay yetiştirilmemesine rağmen dünya piyasasına Çin, Hindistan ve Tayland’dan getirilerek harmanlanan İngiliz çayları hakimdir.
1986 yılında meydana gelen kazada bazı yerlerde çaydaki radyasyon oranı halk için belirlenmiş 12500 Bekerel üzerine çıktığı anında tespit edilmiştir. Atom Enerji Kurumu (TAEK) tarafından çay fabrikaları üretimleri, mühendislerce tamamen kontrol altına alınmış ve bu seviyenin üzerinde aktivite bulunan tüm çaylar 46 depoda muhafaza altına alınmıştır. Kontroller sonunda 58.078Ton çay halka intikal ettirilmemiştir. Paketlenmemiş bu çaylar gömülerek imha edilmiş ve halkımız bu çaydan içmemiştir. Bu konu ayrıca TBMM araştırma raporunda da aynen mevcuttur.
Bu işin provokasyonunu yapanlara sorulacak soru da şudur! Devlet bu 58 bin ton çayı mühendisleri vasıtası ile neden toplatmıştır?
Enteresan bir gelişmede AB’nin çayın üst limitini yıllar sonra 36.000 Bekerel'e çıkartmasıdır. Bu durum AB de her olayın nasıl ekonomik çıkarlar uğruna kullanıldığını göstermektedir. İngiltere bu getirilerinin bedelini “Deli Dana” olayında rakip ülkelerin baskısı ile tüm büyükbaş hayvanlarını imha ederek ağır bir şekilde ödemiştir.
Çay’la yan yana olan fındıkta neden radyasyon var denilmedi? Çünkü Avrupalı çikolata üreticileri için tek kaynak Türk fındığı olduğu için ne bir yazı nede “radyasyonlu fındık” kelimesi bile Avrupa basında çıkmamıştır. Görüldü gibi konu tamamen ticari çıkarlar çerçevesinde kullanılmıştır.
Burada bir diğer amaçta KANSER hastalığının temel nedeni olan Kimyasallar ve hormonlu yiyecekler konusundan halkı uzak tutmaktır. Çünkü kanserli insan oranı toplumda artık %23 boyutuna gelmiştir. Diğerlerini de sıralamaya kalkarsak şöyle devam edebiliriz: böcek ve zirai ilaçlar, bitkisel hormonlar, bilinçsiz kullanılan gübreler, üretim esnasında aşırı kimyasalları çevreye bırakmak, bunları solumak, sigara, hava kirliliği, asbest gibi radyasyon harici genelde kimyasal kirlilik içeren malzemelerdir. İşte yılda milyonlarca TON atığı denize, havaya veya karaya atarak bundan kurtulmaya çalışanların; 1000MW'lık bir Nükleer Santralın YILLIK 25 TON olan kullanılmış yakıt çubuğu çıktısı üzerindeki provokasyonu ve abartısı gayet kolay anlaşılır.
Hem çok kirleteceksin hem de adın hiç duyulmayacak. Olur mu böyle bir şey demeyin. Oluyor işte... Petrol kartelleri rahat hareket edebilmek için uygun bir CANBAZ aramışlar ve sonunda bulmuşlardır. Bu cambaz hem çekici, hem korkutucu, hem de insanların pek anlayamadığı, hem de kafa karıştıran tipte olmalıydı. Başta çevre kirliliği ve kimyasallar, bu cambaz ile MASKELENMELİYDİ. Aradılar, taradılar ve 1965'li yıllarda buldular. Bu yeni cambazın adı RADYASYON idi.
Her nükleer santral yıllık 1.6 milyon ton ham petrol satışını azaltacak veya eşdeğeri kömür satılamayacaktı. Devletler Nükleerden uzak durmalıydı. Hatta bazılarına kesinlikle bu teknoloji gitmemeliydi. Neyle korkutacaklardı o ülkenin halkını? RADYASYON hazırdı. Bir ülke Nükleer Teknolojiye yatırım mı yapacak. Anında tepki koyulacaktı.
Bâzı çevre örgütleri bu karteller tarafından desteklendi. Düğmeye basıldığı an eylem yapacaklardı. Ancak o ülke içinden de yandaşlar lazımdı. Hem okumuşlardan hem okumamışlardan. Malzeme bulmakta zorlanmadılar. Bir-iki propaganda ile beyinler bu cambaz ile ele geçiriliyordu. Yani kısaca HİPNOZA uğruyorlardı. Artık halkın içine girip bu belayı anlatacaklardı. Zaten radyasyon görünmezdi...Kokusuzdu.....Yani bu iş çok su kaldırırdı. Kanser de yapıyordu..... sakat doğumlara da sebep oluyordu...Avrupalı insanlar arasın da bu efsane pek tutmuyordu ama doğu halkı için, hele Müslüman ülkeler için mükemmel bir masaldı...